20 Mayıs 2012 Pazar

ULUBEY KANYONU


ULUBEY KANYONU

Ulubey Kanyonu (Ulubey Canyon) Uşak ilinin Ulubey ilçesi sınırları içerisindedir. ABD deki Arizona Eyaleti sınırları içersinde buluvnan Büyük Kanyon dan sonra dünyanın en büyük 2. kanyonudur. Bugüne kadar bilinmeyen kanyon, Ulubey Çayı ve Banaz Çayı boyunca devam eden bir ana kanyon ile buna bağlanan onlarca büyük yan kanyonlardan oluşur. Ulubey çayı, bütün kanyonu adeta saklı bir cennete çevirmiştir.

Ulubey'de ilin güney ve güney batı kesimlerinde jeolojik yapının özelliğinden dolayı oluşan Ulubey Kanyonu, kanyondan geçen Dokuzsele Deresi’nde meydana gelen kirlilikten dolayı turizme açılamıyor. Kanyonun, dibinden geçen Dokuzsele Deresi temizlendiğinde yamaç paraşütü ve doğa turizmine açılması planlanıyor.




Kanyonların il turizmi için büyük kazanç olduğunu belirten Ulubey Belediye eski Başkanı Hüseyin Buğdaylı, "Ulubey Kanyonu Uşak ve Ulubey için büyük önem taşımaktadır. Bu bölgenin Türk turizmine kazandırılması büyük kazanç olacaktır. Kanyonun turistlik önem kazanabilmesi için içersinden geçen Dokuzsele deresinin temizlenmesi gerekir. Uşak Karma-Deri Organize Sanayi Bölgesi’nin kimyasal atıkları bu derelere atıldığı sürece bölgede herhangi bir çalışma yapılamaz" dedi.

Ulubey Belediyesi olarak kanyonlar için şu an için herhangi bir proje düşünmediklerini ama arıtma tesislerinin açılmasından sonra bölgenin turizme kazandırılması için proje hazırlayacaklarını ifade eden Buğdaylı, "Derelerin tamamlanacak arıtma tesisi ile kirlilikten kurtulacağını biliyoruz. Derelerden temiz su akmaya başladığı taktirde kanyon eski güzelliğine kavuşacak. Ulubey Belediyesi olarak eğer dereler temizlenirse kanyonun Türk turizmine kazandırılması için gerekli çalışmayı yapacağız. Öncelikli olarak kimyasal atıkların temizlenmesi gerekiyor" şeklinde konuştu.













ÇIRALI


ÇIRALI

Çıralı, Kemer ilçesine bağlı Ulupınar köyünün mevkiidir.

Olimpos Beydağları Milli Parkı sınırları içinde yer alan Çıralı, üç kilometre kumsalın oluşturduğu sahil şeridinde koruma altındaki deniz kaplumbağalarının (Caretta caretta) üreme alanıdır. Kumsal denizden itibaren yumuşak bir eğimle yükselmektedir. Her iki ucunda kayalıklarla sınırlanmıştır. Genel olarak, ince taneli kum yapısına sahiptir. Kuzeyinde sadece kış aylarında akan bir dere yatağı vardır. Güney ucunda ise antik Olympos kentinin içinden geçerek köye gelen dere denize ulaşır. Böylece, Çıralı kumsalı güneyi Olimpos deresi ile Olimpos ve Çıralı olarak ikiye ayrılabilir.

Ulupınar deresi ve kanyonu, Likya yolu, Olympos, Yanar taş’la birlikte, sedir ormanları, yaylaları ile 1. ve 2. dereceden doğal ve tarihi sit alanı koruma statüleri sayesinde yakınlardaki benzer alanlarda oluşan büyük çaplı turizm ve yapılaşmadan uzak kalmıştır.

2000 yılında kurulan Ulupınar Çevre Koruma, Geliştirme ve İşletme Kooperatifi, yörede ekolojik tarım ve buna bağlı turizm faaliyetlerini geliştirirken aynı zamanda buradaki doğa koruma çalışmalarını yürütüyor. Yöre halkı geçimini genelde pansiyonculuk ve küçük çaplı tarımsal işletmelerden sağlıyor. Yörede tipik Akdeniz iklimi hakim. Kışın ısı neredeyse sıfırın altına hiç düşmüyor. Uzun bir bahar döneminin ardından, oldukça sıcak bir yaz (Temmuz ve Ağustos’ta 45 derece) hüküm sürüyor.



Mitolojik Öyküsü


Yunanistan'a bağlı Argos'ta, Bellerophontes adlı tanrısal güzellikte bir delikanlı yaşarmış. Uçan at Pegasos'a sahip olmayı çok istediğinden dağ bayır demeden günlerce Pegasos'un peşinden koşturmuş ama muvaffak olamamış. Birgün tanrılar, rüyasında, uçan ata nasıl sahip olabileceğini bildirmişler. O da tanrıların istediği şekilde atın su içtiği bir anda kendine verilen altın gemle ata sahip olmayı başarmıştır.

Ancak Bellerophontes birgün yanlışlıkla birisini öldürür. Bundan dolayı Argos'tan ayrılıp Tiryns kralı Proitos'un sarayına sığınır. Kraliçe bu yakışıklı gence çok geçmeden aşık olur. Onunla sevişmek ister. Fakat Bellerophontes konuk olduğu evin sahibine saygısızlık etmek istemez ve kraliçenin arzusunu geri çevirir. Kraliçe de kocasına yalan söyleyerek gencin kendisinin zorla koynuna girmek istediğini ileri sürerek ondan intikam almak ister. Kral öfkelenir ise de konuğunu öldürmek istemez ve onu öldürtmek için kayınbabası olan Lykia kralına bir mektupla birlikte gönderir.

Bellerophontes Lykia'ya ulaşır. Kral onu Xanthos nehri yakınında karşılar ve dokuz gün misafir eder. Dokuzuncu günde damadının gönderdiği mektubu alır ve öldürülmesi gerektiğini anlar. Ancak o da öldüremez ve Khimaira'nın öldürmesini ister. Böylece ondan kurtulmayı düşünmüştür. Khimaira önü arslan arkası yılan, ortası keçi olan ve ağzından alevler saçan garip bir yaratıktır. Bellerophontes tanrıların isteği ve kanatlı atı Pegasos sayesinde Khimaira'yı yere serer. Kral, Bellerophonhes'e daha birçok zor işler vermişse de o hepsinin hakkından gelmiştir.

Bunun üzerine kral onun tanrı soyundan geldiğine inanarak ona birçok armağanlar verir ve kızıyla evlendirir. Bellerophontes Poseidon soyundan gelmektedir. Bu evlilikten üç çocuğu olur, bunlardan kızı Laodameia, Zeus ile sevişir ve bu sevişmeden Sarpedon doğar. Sarpedon büyüyünce Lykia kralı olur. Troya savaşına katılır.

Ben ta uzaklardan geldim yardıma Anaforlu Xanthos'tan geldim, uzak Lykia'dan.....

diyerek savaşta geri kalanlara çıkışır ve birçok kahramanlık gösterdikten sonra Akhilleus'un silahlarıyla savaşan Patroklos tarafından öldürülür. Son nefesini verirken de vazifesini Glaukos'a devrederek ölür. Zeus oğlunun ölüsünü Lykia'ya götürmesi için Apollon'a emir verir.

İşte böylece yer altı yaratıklarından Typhon ile Ekhidna'nın birleşmesinden doğan Khimaira, bugün Çıralı ve Yanartaş denilen Olympos'tan görülen dağda yaşarmış. Belerophontes'in uçan atı Pegasos'a binerek öldürdüğü Khimaira son nefesini verirken bile ağzından alevler çıkıyormuş. Bugün tabii gazların kayalar arasından çıkıp yanması işte bu efsane ile birleştirilir.




Coğrafya


Antalya iline 70 km, Kemer ilçesine 35 km uzaklıktadır.

İklim


İklimi, Akdeniz iklimi etki alanı içerisindedir.


VAN GÖLÜ


VAN GÖLÜ

Van Gölü, Tatvan ilçesi sınırları içerisinde bulunan Nemrut volkanik dağının patlaması sonucu, bölgedeki tektonik çöküntü alanının önünün kapanmasıyla oluşmuş bir volkanik set gölüdür.

Çok sayıda koyu bulunan Van Gölü'nün yüzölçümü 3.713 km²'dir. Van Gölü hem tatlısu hem de deniz ekosistemlerinden farklı bir sucul ekosistemdir. Suları tuzlu ve sodalıdır. Göl suyu tuzluluk oranı %o19, pH'sı ise 9.8 dir. Bu yüzden Van Gölü yüksek rakıma ve sert kışlara rağmen, donmaz. Göl su seviyesi iklime bağlı olarak yükselip, düşmektedir. Ancak ortalama olarak denizden yüksekliği 1646 metredir. Gölün ortalama derinliği 171 m, en derin yeri ise, 451 metredir. Gölün doğu bölümünde dört ada vardır. Bunlar; Akdamar, Çarpanak, Adır ve Kuş adalarıdır. Adalar tarihi ve turistik özelliğe sahiptir ve 1990 yılında Arkeolojik Sit Alanı ilan edilmişlerdir.

Van Gölü dünyanın en büyük sodalı gölüdür ayrıca Türkiye'de bulunan en büyük göldür. Gölün tuzlu-sodalı suları, biyolojik çeşitliliği sınırlamaktadır. Gölde bilinen 103 tür fitoplankton, 36 tür zooplankton ve tek bir tür balık inci kefalı, (Chalcalburnus tarichi) yaşamaktadır. Göl etrafı karadan 430 km.'dir. Yöre halkına göre gölde bir canavar yaşamaktadır. Söylentiyi çıkaranların amaçlarının bölgeye turist çekmek olduğu söylense de, söylentileri araştırmak amacıyla bölgede pek çok bilimsel araştırma ekibi çalışmalar yapmıştır. İstanbul-Tahran demiryolu hatlarını da bağlamaktadır. Türkiye ve İran'a bağlanan demir yolu 1970 lerde yapılmıştır.



Gölün Oluşumu

Van Gölü Doğu Toros ve Aladağların arasında kalan tektonik oluşumun batı kısmında bulunmaktadır. Gölün batısında ve kuzeybatısında birkaç sönmüş volkan vardır. Süphan Dağı ve Nemrut Dağı bu sönmüş volkanların birkaçıdır. Yaklaşık 200 bin yıl önce, Buzul Çağın ortalarında, Nemrut Dağından akan lavlar uzunluğu 60 km'yi aşan bir akım oluşturmuş. Bu akım Van Çukuru ile Muş Çukuru arasındaki su akımını engelleyince göl oluşmuştur. Günümüzdeki araştırmalarda Doğu Toros dağlarının erozyona uğraması sonucu Van Gölü'ndeki suların Dicle'ye dökülüp, gölün küçüleceği ya da yok olacağı düşünülmektedir.





Tarihçe

Eski Yunan coğrafyacıları tarafından Thospitis Lacus ya da Arsissa Lacus olarak anılan Van Gölü'nün modern zamanlardaki ismi, sınırlarına dahil olduğu Van ilinden gelmektedir. Urartu Krallığının başkenti, Milattan önce 10. ve 8. yüzyıllar arasında, gölün doğu kıyılarında kurulmuştur. Van Gölü sahilleri boyunca ve pekçok adalarında Ermeni Klisesi ve manastır kalıntıları bulunabilir. En iyi korunanı onuncu yüzyıldaki Kutsal Haç Klisesidir. Akdamar Adası'ında yer alır. Kral Gagik Artzruni tarafından 915 ve 921 yılları arasında inşa edilmiştir.Dış duvarlardaki rölyefler kutsal kitaba ait Adam and Eve (Adem ve Havva),Jonah and the whale (Yunus ve Balina),David Davud ve Goliath (Golyat) gibi hikâyeler sunar. Diğer önemli tarihsel anıt gölün goğu kıyısındaki Van Kalesidir. Modern Van şehri bu kalenin doğusunda yer alır. Yüz ölçümü3.713 km2’dir. Denizden yüksekliği 1.646m derinliği ise 457m‘yi aşmaktadır. Gölün doğusunda Akdamar, Çarpanak, Adır ve Kuş adaları bulunmaktadır. Bu adalar turistlik özelliğe sahiptir. Sit alanı olarak ilan edilmiştir.

18 Mayıs 2012 Cuma

SAPANCA GÖLÜ



SAPANCA GÖLÜ

Sapanca Gölü, Adapazarı ile İstanbul arasında Kocaeli sınırına yakın bölgede, Sapanca ilçesi içinde yer alan bir göldür.
Yazın ve kışın seyahat eden yolcuların uğrak noktası olan Sapanca Gölü kıyısında çeşitli balık restoranları ve pansiyonlar bulunur. Kaynağını dağlardan gelen kar suları ve Derbent deresinden alan gölde, turna balığı, yayın balığı, sazan türleri ve alabalık bol miktarda bulunur.
Uzunluğu 16 km, en geniş yeri ise Sapanca ile karşı kıyı arası olup, 5,5 kmdir. Yüzölçümü 42 km2, en derin yeri ise Sapanca açıklarında 61 mdir.Yağış alanı, 252 km2yi bulan Sapanca Gölü, genel olarak güneyindeki dağlardan gelen derelerle beslenir. Gölde yılda ortalama 75 cm kadar bir seviye değişikliği görülür. Göl seviyesi sonbaharda en alçak, ilkbaharda en yüksektir. Senenin bol yağışlı zamanlarında çark deresi kapakları açılarak bir nevi su tahliyesi sağlanmakta ve gölün seviyesi bu şekilde dengede tutulmaktadır.














MANYAS KUŞ CENNETİ


MANYAS KUŞ CENNETİ

Manyas gölü üzerinde bulunan Kuş Cenneti Millî Parkı, Balıkesir ili sınırları içindedir. Ülkemizdeki en zengin faunaya sahip olan parklardan biri olan Kuşcenneti Millî Parkı’na, Avrupa Konseyi Doğa ve Doğal Kaynakları Koruma Komitesi tarafından, A Sınıfı diploması verilmiştir.
Kuş Cenneti Millî Parkı içerisinde 239 kuş türünün varlığı saptanmıştır. Bunlardan 66 tanesi düzenli olarak park içinde yaşamakta, 21 tanesi kuluçkaya yatmak için parka uğramakta, 174 tanesi de yalnızca göç sırasında parka uğramaktadır. Türkiye’nin kuşların göç yolları üzerinde bulunması nedeniyle bazı yıllarda, parktaki kuş nüfusu üç milyona kadar çıkabilmektedir.





Millî Park içinde kuluçkaya yatan kuş türlerinden bazıları, karabatak, balaban, kaşıkçı kuşu, guguk kuşu, tepeli pelikan, baykuş, ağaçkakan ve balıkçıllardır. Kuşların kuluçkaya yatmak için bu bölgeyi seçmelerinin en önemli nedeni, balık yönünden zengin olan Manyas Gölü’nün, kuşlar için kolay ve bol besin sağlamasıdır. Manyas gölü denizden 8 m yukarıda ve 163 km2 büyüklüğündedir. Gölde 20′den fazla balık türü yaşar. Bunlardan karabalık, kızılkanat ve acıbalık türleri, kuşlar tarafından en çok avlananlardır. Millî Park içinde, çoğunlukla su kıyısı ve su içi bitkileri bulunur. Söğüt, ılgın, saz, kamış, kofa otu ve kandıra bunlardan başlıcalarıdır.
Park alanında geceleme ve konaklama yasaktır. Bununla birlikte Manyas gölü çevresindeki plânsız yapılaşma ve endüstrileşme, gölde yaşayan kuş türlerinin hızla azalmasına yol açmaktadır.







DATÇA


DATÇA

Datça Yarımadası'ndaki buluntuların geçmişi MÖ 2000’lere kadar uzanır. Bilinen ilk yerli halk Karyalılar'dır ve burada en parlak dönem Dorlar döneminde yaşanır. Dorlar MÖ 1000 yıllarında Trakya üzerinden güneye inerek Yunanistan üzerinden bölgeye gelirler ve bugünkü Datça ilçe merkezinin 1.5 km kuzeydoğusundaki Burgaz mevkiinde Dor uygarlığının merkezi olan Knidos’u kurarlar. Daha sonra Lidya egemenliğine giren Knidos, MÖ 546’da Lidya Devleti'nin Persler’in eline geçmesinin ardından da Pers egemenliğine girmiştir.

Şehrin Taşınması ve Altın Çağı  

Knidos, ticari nedenlerle MÖ 4. yüzyılda yarımadanın uç noktasına, bugünkü görkemli kalıntıların olduğu yere taşınmıştır. Strabon, Knidos'un kıyı boyu ile önündeki adada kurulduğunu belirtir. Ada ile kara arasındaki deniz doldurularak, iki ayrı liman elde edilmiştir. Kuzeydeki küçük limana "Kuzey Liman" denilmiş ve askeri amaçla kullanılmıştır. Güneydeki liman ise ticaret amaçlı kullanılmıştır. Halen, liman ağzındaki mendirek ile Kuzey Liman'daki kulenin kalıntıları görülmektedir. Dorlar ve Romalılar yeni Knidos’a çok sayıda tapınak yapmışlardır. Şehir Afrodit heykeli ile ünlenmiş, geç Roma ve erken Bizans döneminde tapınaklar yerlerini kiliselere bırakmış ve şehir nüfusu 70.000’lere ulaşmıştır.
Knidos çok önemli bir ticaret merkezi olduğu kadar bir kültür ve sanat merkeziydi. Dönemin en ünlü heykeltraşları arasında yeralan Praxiteles'in yaptığı Knidos Aphrodite Tapınağı'nda bulunan Knidos Afroditi çok önemli bir sanat yapıtıdır. İon kentlerinin de katılımıyla düzenlenen dini festivallerde sanatçılar hep Aphrodite'i ön planda tutmuşlardır. Gezegenlerin hep aynı yörüngede hareket eden yuvarlak cisimler olduğunu bulan ünlü astronom, matematikçi ve filozof Eudoxus, en iyi yontulmuş Çıplak Afrodit Heykeli’ni yapan heykeltıraş Praxiteles, Skopas, Bryaxis ve dünyanın yedi harikasından biri olan Mısır’daki İskenderiye Feneri’nin mimarı Sastratos, Knidos'da yaşamışlardır. Afrodit heykelinin kaidesi, 8000 kişilik tiyatro, güneş saati ve Demeter Mabedi gibi bası eserler, Knidos antik kentinin önemli


kalıntılarındandır. Antik çağda çok ünlü olan, insanların onu görmek için çok uzaklardan geldiği Afrodit heykeli bugüne kadar bulunamamıştır.
Knidos Hippodamos'un ızgara plan düzenine göre yapılanmıştır. Doğu-batı doğrultusunda birbirine paralel dört geniş cadde, kuzey-güney doğrultusundaki bir cadde ile dik açılı olarak kesişmiştir. Arazi konumuna uygun bir biçimde cadde ve sokaklar bazen merdivenle, bazen de dik olarak birbirlerini kesmişlerdir. Kuzey-güney doğrultusundaki ilk caddenin batısında agorası yer alır. Sonraki devirlerde askeri limanın kuzeyindeki agoranın her iki tarafına, antik taşlardan yararlanılarak büyük bir kilise yapılmıştır. Kuzeye doğru, Dor Hexaopisi'ne bağlı kentlerin her dört yılda bir festival düzenledikleri Apollon Karneisos Tapınağı'na ulaşılır. Dor üslubundaki tapınağın kuzeyinde yapılan kazılarda dikdörtgen planlı bir sunak bulunmuştur. Sunağın yeraldığı terasın arkasında ise Helenistik duvar işçiliğinin örneği olan başka bir teras daha bulunmaktadır. Oturma kademelerini anımsatan basamakların da bulunduğu alanda 1972 yılında bir tapınak kalıntısı bulunmuştur.
Bu dönemde Knidos, şarap ihraç eden önemli merkezlerden biriydi.
MÖ 450 yılında Polynotos'un yaptığı duvar resimleri çok önemlidir.
Herodot'a göre Spartalılar, Knidos'u bir koloni kenti olarak kabul etmişlerdir. Fakat zamanla güçlenmişler, Fenikeliler sayesinde denizcilikte çok ilerlemişler, tersaneler kurmuşlardır.
Knidoslular, Lidyalıların saldırılarına karşı korunmak için Reşadiye Yarımadası'nı karadan ayırmaya çalışmışlardır. Daha sonradan kazdıkça kaya çıkmıştır ve bu kayaların sertliğinden dolayı kazıları yavaşlamıştır. Bu olayın üstüne Pers saldırıları başlayınca tamamlayamamışlardır. Bu saldırılar sırasında Persler kente zarar vermemiştir.
Knidoslular daha sonra Büyük İskender'e boyun eğmişlerdir. Fakat bu dönemle ilgili pek ayrıntılı bilgi bulunmamaktadır. Roma İmparatorluğu ile Seleukos Krallığı arasındaki savaşta Roma'nın tarafını tutmuş, Bergama Krallığı'na katılmışlardır.


Bizans Dönemi
Kent, Bizans İmparatorluğu döneminde silik bir yerleşim haline gelse de, bu dönemde bir süre için piskoposluk merkezi olarak kullanılmıştır. Bizans’ın ilerleyen dönemlerinde ise bir yandan depremler, diğer yanda korsan saldırıları ile güçsüz kalan kent MS 7. yüzyılda tümüyle terk edilmiş; yarımada nüfusu ise binlere inmiştir.

Türk Egemenliği

Yarımada, 13. yüzyılda Menteşe Beyliği'ne bağlanmış; 15. yüzyılda ise Osmanlı İmparatorluğu sınırlarına katılmış ve adı Datça olmuştur.
Son Osmanlı padişahlarından Sultan Reşat döneminde Datça adı Reşadiye olmuş, Cumhuriyet'le beraber ise tekrar Datça’ya dönüştürülmüştür. 1928 yılında ilçe olan Datça’nın ilk merkezi Reşadiye Mahallesi olmuş, 1947’de ise bugünkü yeri olan İskele Mahallesi'ne taşınmıştır. Datça Yarımadası bazı haritalarda hala "Reşadiye Yarımadası" olarak geçer.
Knidos tarihini aydınlatmak amacıyla ilk kazılar, İngiliz Charles Newton tarafından 1856-1858 yılları arasında yapılmıştır.

Coğrafya

Datça, coğrafi bölge olarak Ege Bölgesi’ndedir. Dağlık ve engebeli bir arazi yapısına sahiptir. Datça Yarımadası’nın en yüksek noktalarını Bozdağ (1174), Kalecik Dağı (881), Karadağ (786), Emecik Dağı (704), Yarık Dağı (615) oluşturur. Arazinin % 66’sı orman alanı, %18’i seyrek çalılık ve kayalık olup sadece % 16’sı tarım alanıdır. Kızlan Ovası, Burgaz Düzlüğü, Reşadiye Ovası ile kıyı düzlüklerinin en önemlilerinden olan Karaköy, Palamutbükü ve Mesudiye, ilçenin ovalarıdır.
Yüzölçümü 446 km² olan yarımadanın 235 km’lik sahil şeridi, büyüklü küçüklü 52 koyla dantel gibi bezenmiştir. Marmaris ile Datça sınırını oluşturan Balıkaşıran’da (Datça’ya 64 km) kuzey ve güney kıyıları arasıdaki kara genişliği, 1 km’ye kadar inerken yarımadanın en geniş yeri 17 km’dir.
Datça, tipik bir Akdeniz İklimi'ne sahiptir. Yazları sıcak ve kurak, kışları ılık ve yağışlıdır. Üç tarafı denizle çevrili yarımadada yazın esen serin kuzey rüzgarları, kavurucu sıcakları yok eder. Nem oranı ortalama %58 olan Datça’da yılın 300 günü güneşli geçer.
Oksijen bakımından Dünya'nın ikinci, Türkiye'nin en zengin bölgesidir. Ünlü tarihçi Strabon'un bu konuda meşhur bir sözü vardır:







GÜMÜŞLÜK

GÜMÜŞLÜK

Antik Myndos şehrinin üzerine inşa edilen Gümüşlük, yarım adanın bakirliğini korumayı nispeten başarabilmiş güzel yerlerinden biridir. Gümüşlük hala bir köy kimliğini koruduğu için kendinizi rahat ve huzurlu hissedebileceğiniz, zamanın ağır aktığı havası olan bir yerdir. Balıkçı restaurantları balık ve ahtapot yemek için en iyi restaurantlar olarak bilinir.
Sadece pantolonunuzun paçalarını kıvırarak bile sahilden Tavşan adasına denizden geçerek yürüyebilirsiniz. Ada, ismini haklı çıkarırcasına bir çok tavşana ev sahipliği yapar. Bodrum'dan buraya gelirken Peksimet Boğazı ve yel değirmenlerinin olduğu bir tepeyi geçersiniz. Burada arabanızı durdurun ve Gümüşlüğe önce yukarıdan bir bakın. Koyun girişinde arabanızı park yerine park edin ve yürüyün.
Myndos'un Leleg şehrinin bir bölümü sular altında yatmakta ve eğer dalabiliyorsanız kalıntılarını görebilirsiniz. Koy doğal olarak korunaklı bir koydur, bu yüzden yatlar ve yelkenli tekneler devamlı buraya demirlemektedir. Batık Myndos şehrinde tiyatro, stadyum, duvarlar ve mozaik kaplı tiyatro sahnesini görebilirsiniz. Roma döneminden kalan kilise şu anda sanat evi olarak kullanılmaktadır. Yerlere serilmiş minderler, kaktüslerden oluşan bir orman ve deniz hemen ayağınızın dibinde yer almaktadır.
Bölge tarihi sit alanı olarak koruma altındadır. Gümüşlük günün her saati çok güzeldir. Deniz kenarındaki restaurantlarda yada pastanelerde kahvaltı yapmanızı şiddetle tavsiye ederiz.
Diz seviyesini geçmeyen suyun içinden sabah saatlerinde Tavşan Adasına gidebilir ya da Karakaya köyüne gidip yukarıdan manzarayı seyredebilirsiniz. Bir zamanlar trkedilmiş bir köy izlenimini veren taş evler şimdi yeni sahipleriyle                                              


tekrar canlılığa kavuşmakta. İç liman alanı bir göl gibidir ve Dönmez Noktası sayesinde iyi korunmaktadır. En kötü hava şartlarında bile bu koy korunaklıdır ve mavi tur tekneleri için çok popüler bir yerdir.
Gümüşlüğün her yerinde rahatlıkla yüzebilirsiniz, plajda, taşlık alanda ve açık denizde, her yer temizdir. Bu yüzden kıyıları Mavi bayrak la ödüllendirilmiştir. Sporat grubu adalarının kıyıları kıyaslanamaz bir çeşitlilik sunmaktadır. Başka bir gün Yalıkavak tarafındaki Koyunbaba Koyu'nda yüzebilirsiniz. Bıçakla kesilmiş gibi duran ve burada yüzenleri dışarıdan izole eden yeşil kayalar iyi bir fotoğraf malzemesi olabilir. Bu yumuşak ve üzerinde çalışması kolay olan kayalar bir zamanlar dünyanın yedi harikasından biri olarak sayılan Mausoleum'un yapımında kullanılmıştır.
Gümüşlüğün en güzel zamanları gece karanlığıyla başlar. Gümüşlük'te sabah geç gelir ve akşam da daha geç çöker. Güneş tepenin üzerinden geçerken ve akşam inerken deniz binlerce renge bürünür. Denizin rengi önce kırmızıya sonra da gümüşe döner.
Bodrum yarımadasının en iyi balık restaurantları buradadır. Plaja konulmuş üzeri mezelerle kaplı masalara oturup mezelerin devamında rakı ve balıkların tadına varabilirsiniz. Yerel bir yemek olan kabak çiçeği dolmasını da sakın ısmarlamayı unutmayın. Köyün pazarı çarşambaları kurulur, buradan taze meyva ve sebze temin edilebilir.







KELEBEKLER VADİSİ


KELEBEKLER VADİSİ

Kelebekler Vadisi, World Heritage Foundation tarafından,dünya üzerinde korunması acil gerekliliğe haiz 100 dağdan biri olarak tespit edilen Babadağ (1970 m Anti Kragos) ın eteklerinde bulunan bir kanyon.
Ölüdeniz' 5 deniz mili uzaklığında.
Kanyon duvarının yüksekliği 350-400m ye ulaşıyor. Kanyonun tabanı, dar üçgen şeklinde batıya doğru açılırken, parlak bir kumsal, denize ve kayalıklara kontrast oluşturuyor.
Kanyonun arka ucunda 60m' lik düşüşlerle akan şelaleler, dere boyunca dev zakkumların cangılında bulunan ve vadiye ismini veren Kaplan Kelebeği habitatı.
Kelebekler Vadisinin iki önemli karakteristik özelliği var. Bunların birincisi insana acz hissi veren ürpertici dik ve yükseklikte kayalıklar ve batı rüzgarlarına açık bir deniz ufkuyla dış dünyadan yalıtılmış ve soyutlanmışlık. Diğeri, kumsalından şelalesine, kaya peyzajlarından batan gün seremonisine, tarihinden kelebeğine pek çok özelliğin, hemen hepsi 100 dekar alanda, hep birarada sunulmuş olması.
Bu mekanın diğer bir boyutu da… 10 yıldır, bireysel gezen, merak eden, kaşif ruhlu sırt çantalı gençler kulaktan kulağa burayı birbirlerine anlattılar. Öyle ki, her ülkeden kulağı duymayan kalmadı ve burası çok uluslu bir gezginler cennetine döndü.
Vadinin çağlayanlar bölümündeki cangılda Kaplan Kelebeği (EUPLAGİA QUADRİPUNCTARİA) kolonisi barınıyor. Geceleri hareketli olan ve vadiye ismini veren bu tür yanında, tespit edilebilen 35 kadar gündüz 35 kadar da gece kelebeği bulunur. Bunlar arasında Danaus Cripsipus' un bir alt türünü oluşturan endemik (Yanlız oraya mahsus) kelebekler de vardır.
Kelebekler vadisi ( 90 dönümlük taban alanı); S.S. Anadolu Turizm Geliştirme Koop.' ne ait özel bir arazidir. Vadideki işletme, vadinin korunması, temizliği ve diğer hizmetlerin yükümlülüğü altındadır.




Kelebek Vadisi Tarihi
M.Ö.4. Yüzyıla uzanan Likya'nın Perdicia isimli yerleşim yerinin bazı kalıntıları Kelebekler Vadisi Kanyonu'nun hemen üstünde yer almakta ve buradaki köy halen o zamanı hatırlatan bir isimle, Faralya olarak anılmaktadır. Ancak köyün şimdiki resmi adı Uzunyurt' dur. Bizans ve uzantısı Yunan yerleşimcileri tarafından Osmanlı'nın son zamanlarına kadar sürdürülmüş olan teraslamalarla, yamaçlara uygulanan bahçecilik kültürü daha sonra Türk göçebelerine devredilmiş ve bugüne kadar gelmiştir.

1960'lı yıllara kadar vadide eski dönemlerde yer alan Rum yerleşimine ait kilise ve diğer birkaç yapı yukarıdaki köylülerce görülebilmekteydi. Vadide, görülmemiş irilikte narenciyelerin, Akdeniz'in tipik incir, sakız, harnup, dut vs. ağaçlarının, bir kişinin taşıyamayacağı irilikteki karpuzların yetiştirildiği hafızalardadır. Hatta Faralya köyünün (Belki şuanda hiçbirisi hayatta bulunmayan) en yaşlılarının ilk gençlik yıllarından, vadide yaşayan gizemli kadın Despina'nın asırlık yaşına rağmen köye, değiş tokuş için yük dolu çuvalları kanyon duvarlarından nasıl çıkardığı hatırlanır. Despina, vadideki işletmecilerin halen kullandığı tek göz evin hanımıydı. Kumsaldaki kayanın üstüne oturup kanyon duvarı arasından denize batan güneşi izlerken, belki de denize açılıp bir daha dönmeyen denizci sevgilisini beklerdi. Günlerden bir gün köylüler artık onu göremez oldular. Cansız bedenini bile...

'60 lı yıllarda vadinin koop.'den evvelki maliki, ziraat mühendisi E.E. nin hazırladığı ziraat projesi gereği, geleneksel bahçecilik kültürünün bir parkı durumundaki vadinin kadim ağaçları, köylülerin insan beli kalınlığında diye ifade ettikleri narenciyeleri kesilmiştir. Projesi, elbette kısa zamanda çok verim veren cinsler yetiştirmek, yani endüstriyel tarım yapmaktan ibaretti. Bu amaçla sulama havuzu ve beton künkler inşa ettirdi. O tarihlerde Ölü Deniz'e ancak bir traktör yolundan ulaşılabilirdi. Bu yüzden de vadideki çiftliğin bakımı ihmal edildi. Geriye ise, aşırı kar hırsının ya da bir projeye sadece konvansiyonel tarım mühendisliği vizyonuyla girişmenin tahrip ettiği "viran olmuş bahçe" kaldı.

Sonrasında, koleksiyoncu ve fotoğrafçı Rıfat Kılar, 1978'i izleyen yıllardaki vadi ziyaretlerinde, daha öncesinde Güdürümsü olarak bilinen yerel isminin değişmesine yol açacak 'Kelebek Vadisi'' ismini ilk kez telaffuz etti.
1987'de H.Deniz Bayramoğlu, vadide Butterflyvalley ismini kullanarak bir kamping-restoran işletmesi kurdu. Burada, turizm işletmeciliği sadece bir araçtı. Amaç, doğayla uyumlu bir yaşam modelinin temellerini atmak ve bunu uluslar arası platformlarda paylaşmaktı. Başta müzisyen Nezih Topuzlu ve bir grup doğasever ile birlikte adeta vadiyi koruma misyonunu üstlendiler. Bölgedeki imar yasaklarının sürdürülebilir bir koruma için yetersiz olduğundan hareketle, dengeli-optimum kullanımı dışlamayan hatta doğası gereği de kendisini koruyan bu mekanı, bir eğitim modeli gibi değerlendirerek, doğaya uyumlu farklı düşünce ve hareketleri içeren bir faaliyet merkezi oluşturulmaya çalışıldı. Yıllar geçtikçe vadi, iyice tanınmaya ve dolayısıyla kitle turizminin zararlarından etkilenmeye başlasa da halen vadiyi koruma mücadelesi tüm hızıyla ve yüksek kira bedelleri ödenmesine rağmen, kazanç esaslı düşünceye dayanmayan bir işletmenin katkılarıyla sürdürülmekte.








KÖPRÜLÜ KANYON


KÖPRÜLÜ KANYON
Köprülü Kanyon, Isparta'nın Sütçüler ilçesinde başlayan ve Antalya'da denize dökülen, rafting yapmaya uygun bir akarsudur. Rafting yapılan bölgeye , Serik ile Manavgat arasında bulunan yol ayrımından kuzeye, Toros Dağları istikametine yol alınarak 38 km gidildikten sonra ulaşılır.
Rafting yapılabilen bölgenin başlangıcında iki adet de tarihi köprü bulunmaktadir, küçüğü asıl usta tarafından, kemerli büyük köprü ise ustanın kalfası tarafından inşa edilmiştir. Köprülü Kanyon ismini de bu köprülerden almıştır.
Yaz aylarında günde 7 bin kişiye rafting imkânı sağlayan bu temiz nehrin suyu da kaynağından rahatlıkla içilebilir. Çevrenin tabii güzelliği iyi bir sayfiye yeri olmasında önemli rol oynamaktadır. Bu nedenle kanyon aynı zamanda turistik bir yerdir.
Köprülü Kanyonun başlangıcı Ispartanın güney doğusunda bulunan Kasımlar beldesidir.Nehrin asıl kaynağını Ispartanın ilçesi olan Aksudan gelen ırmak ve yine Ispartaya bağlı Karacahisar köyünden çıkan su oluşturmaktadır. Kanyon Kasımlardan Antalyanın Değirmenözü köyüne kadar yaklaşık 25 km boyunca dar vadilerden oluşmaktadır. Bu kısımda özellikle suyun yükseldiği zamanlarda yürüyerek geçiş zordur. Ama yaz aylarında yürüyerek geçiş yapılabilir . Değirmenözü köyünden sonra nehir tamamen açık alanda akar. Daha sonra nehir tekrar dar vadilere girer . Bu ikinci kısım Köprülü Kanyon Antik Köprüsüne kadar devam eder.Yine bu bölümde dik vadiler zor geçişler ve doğal güzellikler vardır.










FIRAT NEHRİ


FIRAT NEHRİ


FIRAT NEHRİ, Doğu Anadolu Bölgesi’n-den doğan Karasu ve Murat ırmaklarının birleşmesiyle oluşan büyük bir akarsudur. Doğu Anadolu’nun ve Mezopotamya’nın en uzun akarsuyu olan Fırat, Türkiye toprakları­nın yaklaşık yedide birinin suyunu toplar. Fırat Irmağı’nı oluşturan iki koldan Murat Irmağı kaynağından 720 km sonra, Karasu Irmağı ise 460 km sonra Fuat kavşağında buluşurlar. Yatağının toplam uzunluğu 2.800 km olan Fırat Türkiye, Suriye, Irak toprakla­rında aktıktan sonra Dicle ile birleşerek Basra Körfezi’ne dökülür.
Erzurum Ovası’nın kuzeyindeki dağlardan kaynaklanan suların birleşmesiyle oluşan Ka­rasu Irmağı’nın başlangıç kolu Dumlu Suyu adıyla anılır. Çayırlı yakınlarında yaptığı dir­sekler dışında genellikle doğu-batı doğrultu­sunda akan Karasu, İliç’in güneybatısında güneye yönelir. Erzurum, Tercan ve Erzincan ovalarını sulayan Karasu Irmağı’nı Erzincan yöresinde yaşayanlar çoğunlukla Fırat, batılı kaynaklar ise Batı Fırat adıyla anar. Birçok boğazdan geçen, dar ve derin vadilerden akan Karasu’ya katılan başlıca kollar Tuzla, Çaltı ve Arapkir sularıdır.
Karasu-Aras Dağları iie Aladağ’dan kay­naklanan suların birleşmesiyle oluşan Murat Irmağı, batılı kaynaklarda Doğu Fırat adıyla geçer. Eleşkirt, Malazgirt, Muş ve Uluova (Elazığ) ovalarını sulayan Murat, genellikle dar ve derin vadilerde akar. Önce kuzeydoğu-güneybatı doğrultusunda aktıktan sonra batı­ya yönelen Murat’ın başlıca kolları, Muş’un kuzeyinde kendisine katılan Karasu Çayı ile daha batıda kuzeyden gelen Peri Suyu’dur.
Eskiden Karasu ve Murat ırmaklarının Keban kentinin kuzeyinde birleşerek Fırat’ı oluşturdukları kavşakta bugün, Keban kenti yakınında kurulan barajın ardında suların birikmesiyle ortaya çıkan büyük bir yapay göl bulunmaktadır. Böylece artık Karasu Kemali­ye yakınlarında, Murat da Palu yakınlarında Keban baraj gölüne dökülmektedir.
Keban’ın güneybatısındaki Malatya Ovası’ nı sulayan Fırat Irmağı, önüne çıkan Güney­doğu Toroslar’ı dik ve derin vadi ve boğazlar­la yardıktan sonra Güneydoğu Anadolu Böl-gesi’ne geçer. Bu bölgede Şanlıurfa ile Adıya­man ve Gaziantep illerini birbirinden ayıran Fırat, güneyde yer alan Karkamış’taki (Kar-gamış) demiryolu köprüsünün altından geçip hemen Suriye topraklarına girer. Keban ile Karkamış arasında Fırat’a katılan başlıca kol Tohma Suyu’dur. Fırat kenarında kurulmuş olan en önemli Suriye kentleri Rakka, Deyrizor ve Ebukemal’dir. Fırat, bu kesimde Tür­kiye topraklarından kaynaklanarak gelen bazı akarsularla beslenir. Bu akarsulardan başlıcası Mardin yöresinin sularını toplayan Habur Çayı’dır. Ancak bu akarsu, Hakkâri yöresin­den kaynaklanarak Türkiye-Irak sınırında Dicle’ye katılan Habur Çayı’yla karıştırılma­malıdır. Ebukemal’den sonra Irak’a geçen Fırat Irmağı kıyısı
yakınlarında yer alan başlı­ca kentler Kerbela, Hille, Necef ve Nasıriye’ dir. Bu topraklarda çeşitli bataklıklar oluş­masına neden olan Fırat, Kurna kenti yakı­                              



yakı­nında Dicle ile birleşerek Şattü’l-Arap (Büyük Arap Irmağı) adını alır ve daha sonra Basra Körfezi’ne dökülür.
Kıraç ve zaman zaman da çölleşmiş toprak­lar arasında akan Fırat Irmağı kenarında eskiçağlardan beri sulama amacıyla bazı tesis­ler kurulmuştur. Bunlardan en önemlisi, gü­nümüzden yaklaşık 5.000 yıl önce Mezopotam­ya’da kurulmuş olan sulama kanallarıdır . Bugün de Fırat üzerin­de enerji üretme ve sulama amaçlarıyla kurul­muş çeşitli tesisler vardır ve yenilerinin kurul­ması için çalışmalar yürütülmektedir. Bunlar­dan en önemlisi, Türkiye’nin bu alanda en kapsamlı girişimi olan Güneydoğu Anadolu Projesi’dir . Kısa adı GAP olan bu proje tamamlan­dığında, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde başta Harran Ovası olmak üzere topraklar sulanıp bitkisel üre­timin önemli ölçüde artması sağlanacak, enerji üretiminde artış olacaktır. Çüngüş ile Pötürge arasında yer alan Karakaya Barajı’ nin yapımı tamamlanmış ve baraj 1987′de hizmete girmiştir. GAP kapsamındaki en önemli tesis olan Atatürk Barajı ile burada toplanan suları Harran Ovası’na taşıyacak Şanlıurfa Tünelleri’nin yapımı sürmektedir
(1989).
“İki ırmak arasındaki ülke” anlamına gelen ve Arapça’da el-Cezire diye adlandırılan Me­zopotamya’nın güneyindeki topraklar, kuze­ye göre daha verimlidir. Bu topraklar birçok eskiçağ uygarlığının beşiğiydi. Önemli bir eskiçağ kenti olan Babil’in kalıntıları Fırat kıyısı yakınlarındadır. Türkiye toprakları dı­şında Fırat üzerinde kurulan başlıca sulama tesisi, Suriye’deki el-Tabka Barajı’dır.
Eskiden Basra’dan Türkiye topraklarındaki Birecik’e kadar ırmak yoluyla ulaşım yapıla­bilen Fırat’ta bugün ancak aşağı kesimlerde teknelerle ulaşım yapılabilmektedir. Başlıca kara ve demiryolları da Fırat, Murat ve Karasu vadilerini izler.
Doğu Anadolu Bölgesi’nin karlı dağların­dan çıkan sularla beslenen Fırat’ın sulama, buharlaşma ve sızma gibi nedenlerle suları güneye doğru gittikçe azalır. Türkiye-Suriye sınırı yakınında 909 mVsn olan debisi, Irak topraklarında Dicle’yle birleşmeden önce 850 mVsn’ye düşer.






DİCLE NEHRİ


DİCLE NEHRİ


Dicle Nehri Türkiye’de doğup birçok kolları olan ve Irak topraklarına geçip orada Fırat’la birleşerek Şattülarap’ta Basra Körfezi'ne dökülen nehirdir. Nehir ana kaynaklarını Doğu Anadolu dağlarından ve dipten sızma yoluyla Elazığ yakınlarındaki Hazar (Gölcük) gölünden alır. Türkiye’nin önemli akarsularındandır. Doğu Anadolu dağlarından çıkar, Basra Körfezi’ne dökülür. Toplam uzunluğu 1900 km’dir. Türkiye topraklarında kalan bölümün uzunluğu ise 523 km’dir. En önemli kolları Batman ile Garzan, Botan, Habur, Büyük Zap ve Küçük Zap’tır. Debisi ortalama 360 m³/sn dir. Eylül ayı ortalarında 55 m³/sn ile en küçük, şubat sonunda 2263 m³/sn akımı ile büyük değişiklik gösterir. Akarsuda genellikle yaz sonu kuraklığı ve sonbahar başı yağış noksanlığı nedeniyle su azalır. Buna rağmen kış sonu yağışı ile ilkbahar başındaki karların erimesinden oluşan su ile kabarır.
Uzunluğu 1900 km (Bunun Türkiye topraklarında kalan kısmı 523 km) olan Dicle, Güneydoğu Toroslarda Maden Dağları kesiminde, Hazarbaba Dağı'nın güney tarafında, Yıldızhan yanındaki bir kaynaktan çıkar. Eskiden Hazar Gölü'nden beslenirdi. Şimdi gölle bağlantısı kesilmiştir. Kaynaktan çıktıktan sonra Maden ilçesinin önünden geçerek, Maden Çayı adını alır ve güneydoğuya doğru dar ve derin vadilerden geçip Diyarbakır şehrinin bulunduğu lav sahanlığının doğu kesimine paralel akar. Burada nehir vadisinin tabanı 600 m’ye iner. Diyarbakır’ın güneyinde 8 km mesafede doğuya yönelir. Bundan sonra kuzeyden Toros Dağları yamaçlarından inen başlıcaları Anbarçayı, Kuruçay, Pamukçayı ve Hazroçayı, Batman ve Garzan sularını alır. Güneyden ve Mardin eşiğinden inen sel yatakları Göksu ve Savur Çayı Dicle’ye katılır. Raman Dağının güney eteklerinde dar boğazlardan geçerek Botan Suyu ile birleşerek onun doğrultusunda güneye döner.
Dicle Nehri, güneye doğru akarken Cizre ilçesinin içinden Habur Suyu kavşağına kadar 40 km uzunlukta Türkiye-Suriye arasında sınırı meydana getirir. Habur Suyu ile birleştikten sonra Irak topraklarına girer. Dicle, Irak toprağında çöküntü çukurdan akarak, dar boğazları aşar Musul’da Büyük ve Küçük Zap sularıyla birleşir. Mezopotamya ovasına iner, bunda
sonra Bağdat yakınlarında Fırat’a 35 km yaklaşır. Burada yine İran’dan gelen Piyale Nehri ile birleşir. Bu birleşmeden sonra tekrar Fırat’a yaklaşır ve Kurna yakınında Basra’nın 64 km yukarısında Fırat’la birleşerek Şatt'ül-Arab ismini alır. Basra Körfezi'ne dökülür.
Dicle Nehrinin suları yaz mevsimi sonlarına doğru azalır. Nisan ayında, nehrin yukarı çığırındaki dağlarda karların erimesinden suları çoğalır, en yüksek seviyesine ulaşır. Dicle, marttan mayısa kadar üç ay içinde, bütün yıl akıttığı suyun hemen yarısını akıtır. Rejimi düzenli değildir. Bu bakımdan bazı yıllar haddinden fazla taşarak birçok zararlara sebeb olur. Bu sebeple zararlarını önlemek maksadıyla Dicle’nin Mezopotamya’da kalan kıyılarına daha M.Ö. 3000 yıllarında setler yapılmıştır. Bu setler suların taşmasını önlediği gibi ekilen arazilerin yazın sulanmasını da sağlamıştır. Fakat setlere rağmen büyük taşmalar önlenememiştir. Yirminci asırda çalışmaları ancak 1939’da başlamış ve Kut Barajı yapılmıştır. 1958’de Samarra ve 1961’de de Dokham Barajı yapılarak suların taşması önlenmiştir. Bugün sadece Samarra ve Amarra arasında bir milyon hektarlık arazi ekilebilir hale sokulmuştur.
Dicle, eski Mezopotamya sınırını meydana getiren ırmaklardan biridir. Uzunluğu Fırat’tan daha kısa olmakla beraber suyu daha çoktur. Dicle, günümüzde de sulama kanallarıyle sulama sağladığı gibi, orta büyüklükteki taşıtlar nehrin ağzından Bağdat’a kadar, daha küçük boy taşıtlarsa Musul’a kadar giderek ulaşıma katkıda bulunmaktadırlar. Bu nehirlerden ulaşım bakımından çok faydalanıldığı tarihî kalıntılardan anlaşılmaktadır. Dicle kıyısında eskiden kurulmuş Ninova, Nemrut, Asur şehirlerinin eski kalıntıları bunun en sağlam belgesidir.
Dicle nehri üzerinde Kralkızı , Batman ve Dicle gibi önemli Hidroelektrik santraller kurulmuştur. Ilısu Barajı'nın temeli 05.08.2006 tarihinde Başbakan Erdoğan tarafından atılmış olup, Türkiye'nin baraj gölü açısından 2., enerji üretimi bakımından 4. büyük barajı olan Ilısu'nun tamamlanmasıyla Dicle nehri üzerinde Cizre Barajı'nın yapımına başlanacaktır